Quantcast
Channel: Macera Kitabım'ın gezerken yaşadıkları- Özlem Öztürk
Viewing all articles
Browse latest Browse all 282

Neden seyahat ediyorum?

$
0
0
Bu soruya verecek havalı bir cevabımın olmasını çok isterdim.

Eğer olsaydı ilkokul yıllarından başlar, iflah olmaz bir gezgin olan babamın daha okullar tatile girmeden hazırlıklarını tamamladığı arabayla çıktığımız Avrupa turlarından bahsederdim sizlere. Edirne'ye, ardından da sınıra kadar uzanan yolda verilen molalardan, yediğimiz o yöreye özgü yemeklerden ve yol heyecanımızdan bahsetmek hiçbir zaman unutmayacağım çocukluk anılarımı oluşturur; gezmeye neden bu denli tutkun olduğumu kanıtlarıyla sererdim önünüze. Kendimi tutamaz, gümrük kapılarındaki uzun bekleyişlerimizden bahseder, gün görmüş babamın bu bekleyişlerin bile daha sonra anlatılacak bir tatil anısı olduğunu söyleşini unutmadığımı söylerdim. İşin en can alıcı kısmını gümrük kapısından çıktığımız o anla taçlandırırdım. Çünkü babam görevli memurun "İyi yolculuklar komşu!" demesinin hemen ardından gaza basar ve yolculuğumuz da resmi olarak başlamış olurdu.



Ne yazık ki evimizden batıya doğru hiç yol almadık biz. Her yaz on beş günlüğüne babamın doğduğu topraklara, doğuya doğru giderdik. Babamın her zaman steyşın bir arabası olurdu. Yolculuk hazırlığı yapılırdı günler öncesinden. Babam, doğduğu köye eli kolu dolu gitmek ister, herkesi sevindirmek için çaba sarf ederdi. Çoluk çocuk, maaile doluşurduk arabaya. Gitmeyi çok istediğim bir yer olmazdı babamın doğduğu köy; zira köyde bakkal yoktu, dondurmacı yoktu ve arkadaşım yoktu. Yol halini her daim severdim ama! Çünkü babam çok özlediği bir yere gidecek olmanın sevinciyle çok mutlu olur, teybi sonuna kadar açar, türkü söyleye söyleye devam ederdi yola. Aynı kaseti önünü arkasını çevire çevire saatlerce yol alırdık. Sonunda köye vardığımızda toz, toprak içinde kalmış olurduk hepimiz. Onca saat araba kullanmasına rağmen hiç yorgun olmazdı babam. Çeşmenin başında durur, elini yüzünü yıkar, kana kana su içerdi. Yüzündeki gülümseme tüm yüzünü kaplamış, kulaklarına kadar varmış olurdu o an.

Her yaz, aynı yere yapılan seyahatler de seyahatten sayılır elbet. Üstelik bana neşe içinde yolculuk yapmayı öğretmiş olabilirler. Ama hep aynı yere gitmek, ya da hep doğduğun yerlere seyahat etmek gezgin olmanın ön koşulu değildir. İçinde gezme tutkusu olan gitmedikleri yerlere gitmek ister, başka kültürleri tanımak isterler. Ya da başka şehirlerde gezinmek. Bizim durumumuz bu değildi. Oysa ben gezmeye dair düşler kurardım hep. Dünyanın sonu, ayın kraterli bir ucu hatta cehennemin dibi bile olabilirdi bu yer. Merak böyle bir şey işte! 

Yani, neden seyahat ettiğimin ilk resmi cevabı şudur bence: Geziyorum çünkü çocukluğumda hiç gezemedim ben.

Hadi, üzülmeyin ama. Bu benim jenerasyonumda bir sürü orta sınıf ailenin yaşam gerçeği.

Gezmelerim ne zaman başladı peki? 
Önce hayallerimde gezmeye başladım. Samimi söylüyorum. Bir yerlere gitmeye dair hayallerimi hep canlı tutuyordum. Tüm gençlik yıllarımı geçirdiğim Yalova'dan ötesini görmek istiyordum. Aslında orası yazları nefes aldığımız bir yerdi. Gece yarılarına kadar dışarıda olur, sabah geç kalkar, denize girer ve akşamı ederdik. Yazlık yerlerin tasasızlığını ve deniz kokusunu yaz mevsimi boyunca üstümüzde taşırdık. Yaz yemekleri yapılırdı evde sadece. Üstü bol domatesli kızartmalar, peynir ve karpuzla geçiştirilen öğle yemekleri, akşam yemeğinde içilen biralar olurdu sofrada. Buz gibi. Belki bir gün bir yazlığım olmasını hayal edebilirmişim gibi geliyor bu eski, tasasız yazları düşününce. Sonra evlendim. Kendi başıma gittiğim ilk yer Fethiye'deki bir tatil köyü oldu. Ardından bir bayram tatilinde Kapadokya'ya gitmeye karar verdik. Ets Turla ve otobüsle gittiğimiz bu seyahat hala aklımda. Turistik bölgenin dışında Perissia diye bir otelde kalmıştık. (Şimdiki beş yıldızlı hali yanıltmasın sizi) Oda buz gibiydi. Gece boyunca soğuktan donmuş, sabahı zor etmiştik. Resepsiyona telefon açıp odanın çok soğuk olduğunu söylemek, ya da bir battaniye istemek aklımızın ucundan bile geçmemişti. Muhtemelen azıcık paramızla gittiğimiz o seyahatimizde ne böyle bir durumda resepsiyona haber vermemiz gerektiğinden haberimiz, ne de kendimize güvenimiz var. Evli, küçük çocuklardık. Evlenerek seyahat özgürlüğümü kazanmıştım. 

Paramız ölçüsünde minik seyahatler yapıyorduk. Bir hafta sonu İğneada'ya gitmiştik, bir bayram tatilinde Safranbolu'ya, bir gün de Ağva'ya. Fazla derin sulara açılmadan, kıyı kıyı geziyorduk işte. Sonraki yaz yine Fethiye taraflarına gidip kıyıları gezdik. Sonra İzmir ve civarı... Zorlanarak aldığımız arabamıza atlıyor, köşe bucak gezmeye çalışıyorduk her yeri. Bütçemize göre, hesap yaparak. 
Yanlış anımsamıyorsam bir zamanlar pazar günleri çıkıyordu Hürriyet gazetesinin Seyahat eki. Sahile iner, oradaki derme çatma çay bahçelerinden birinde kahvaltımızı ederdik denize karşı. Kahvaltıyı evden götürmek mümkündü. Çay karşılığında adalara karşı kahvaltı ve benim hayal zamanım. Gazetedeki yazıları okur, turlara bakar ve Selçuk'u ikna etmeye çalışırdım. En çok Paris'e gitmek isterim ama turdu, pasaporttu, vizeydi derken altından kalkamayacağımız bir rakam çıkardı karşımıza. Böyle böyle ilk yurt dışı seyahatimizi Selçuk'un ablasıyla birlikte Avusturya'da yaşayan teyzelerine yaptık. Münih'e uçtuk. Bir gece orada kaldık, sonra trenle Avusturya'ya geçtik. Birkaç gün de orada kalıp, çevreyi gezdik. Günübirlik Salzburg'a gittik. Tadı damağımda kalmıştı. Dönünce işe gömüldük yine. Bizim bütçemizi, -Selçuk'un teyzesinde kalmamıza rağmen,- misliyle aşan bir seyahatti. Hayaller, hayaller... Her anında keyif aldığımız anılarla dolu yıllar...

Görüldüğü üzere, işi bırakıp konfor alanımızın falan dışına çıkamadık. Aslında konfor alanımızı bırakmak içine en uygun zamanlar o ilk gençliğimizin olduğu yıllarmış. Nihayetinde kaybedecek hiçbir şeyimizin olmadığı yıllar. İş desen daha yeni başlamışız çalışmaya, az biraz para kazanıyoruz, konfor alanını bırakmak için düşünmemize, cesaretimizi falan toplamamıza falan gerek yok çünkü konfor alanımız yok. Sabahın köründe kalkıp işe gidiyoruz, akşam olunca da evde tavada yumurta, tost falan yiyoruz. Eee, çocuk falan düşünmüyoruz zaten. 😀

Görüldüğü üzere size anlatabileceğim ne çok gezdiğim çocukluk seyahatlerim ve ne de okulla birlikte çıktığım okul gezilerim var. Sahiden o bile yok! Allahım! Yazarken ne acıklı bir çocukluğum olduğunu fark ettim şimdi. 👀  Evet, evet! Erasmus falan da yok. (Yemin ederim Kuzey'i Erasmus'la falan bir yerlere göndereceğim diyeceğim ama çocuk yedi yaşından beri geziyor zaten.)

Neyse bu acıklı yılların ardından acıklı yıllarımız devam etti elbette. Neyse ki hayallerim ve benim hayallerimi paylaşacak bir Selçuk'um vardı. Yemedik, içmedik, gezdik desem yeridir. Yine böyle elimde bir gazete pazar hayallerimi kurduğum bir sabah her zamanki gibi Paris'e gidelim diye tutturmuşken Paris için vize gerektiğine ve vizesiz bir yere gitmemiz gerektiğine ikna etti Selçuk beni. 
Sonra mı? Ver elini Tayland.

Hayallerimi Yaradan'ın gördüğüne inanıyorum. Gezmekten ziyade bir şey istemiyorum hayattan. Çünkü gezerken olduğumdan daha iyi, olduğumdan daha sakin, hep olduğumdan daha mutluyum. Sanırım seyahat etmemin tek sebebi yollardayken burada tanıdığımdan daha başka bir Özlem'le karşılaşıyor olmam. Yollar, bana bu şansı veriyor. 
Bir de böyle geçmiş günlere dönmek için fırsat veriyor seyahat etmek. Yazmak için bir sebebim oluyor. Ve son olarak pazar akşamlarım daha renkli geçiyor görüldüğü üzere.

Yarın pazartesi ve iş günü. Pazarın son dakikalarını hayal etmeye ayırmak için son veriyorum yazdıklarıma ve herkese iyi bir hafta diliyorum. 



Viewing all articles
Browse latest Browse all 282