Bu pazarı Kuzey'le karşılıklı koltuklarda yayılarak geçirdik. Selçuk yok. Onu karlı bir memlekete yolladık. soğuktan donuyorum dedi telefonda. Ben çayı yeni demlemiştim onunla konuşurken. Olsa o da bir bardak tavşan kanı çay içerdi. Sıcak pazarları seviyorum. Dışarıda yağmur çiseliyor olsa da evin içinde huzurlu bir hava var. İçimden bahçeye çıkıp temiz havayla şöyle bir nefeslenmek bile gelmedi. Pencerenin ardından seyrettim hep bu pazar gününü. Pazartesi gününe çektiğimiz yazı atölyesi için yazmam gereken bir yazı vardı. Ağır, aksak onu yazdım. İstenilen ödevin dışında kalemimden ne dökülüyorsa öyle bir ödev oldu. Olsun. Yazmak böyle bir şey. Yine evde hiçbir şeyi toplayamadım. Geçen hafta içinde bir sabah çalışma odasını toplamış olmamı başarı sayıyorum bu yüzden. Aslına bakılacak olursa etrafa yığdığım kitapları toparlasam ev toplanır belki de. Bir yerden başlamam lazım ama o zamanı bekliyorum şimdilik.

Bugün Kuzey en güzel ödevlerin İngilizce dersinde verildiğini söyledi. Özgün ödevler geliyor sahiden de İngilizce dersinden eve. Bir de genellikle çoktan seçmeli ödevler oluyor bundan. Sıkıcı dilbilgisi konuları saymazsak dünya gündemindeki konular, sevdiğin bir kitap karakterinin dilinden yazılma bir günlük, başka dünyalara ait iki kahramanın karşı karşıya gelmesi, diyalog yazmak, özgün bir hikâye kaleme almak gibi seçenekler var. Her seferinde Kuzey'in kafasına yatan bir şey çıkıyor bu konuların arasından. Verilen ödevi yazmak/tamamlamak için saatler harcasa bilgisayarın karşısında oturduğu saatlerin sonunda söylenmiyor. Yazması beni de çok mutlu ediyor. Hoşuna gidecek şeyler yapıyorum ben de. Bir mum yakıyorum, sıcak bir kahve yapıyorum, seveceği bir müzik yayıyorum evin içine. Neticede ikimize de iyi geliyor. (ikimiz de yazıyoruz işte an itibariyle)
Bu hafta sonu hep kendimi iyi etmeye çalıştım; hem ruhen hem bedenen. Boğazımdaki ağrı geçmeyince daha fazla inat etmeyip antibiyotiğe başladım. Ruhumdaki kırıklıkları da kitapların arasına sığınarak yenmeye uğraştım. Bazen ruh kırıklıklarını tedavi etmek ejderhalarla savaşmaktan daha zor geliyor insana. Dün Jean-Louis Fournier'nin Kuzeyli Annem kitabı vardı elimde. Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. İçime dokundu çok. Hem de derin bir yerden. Böyle kısa kısa ama böyle açık anlatılsın her şey. Maksat kelamını dile getirmekse, yazar çok büyük bir şey başarmış. Diğer kitaplarını da okuyacağımdan adım gibi eminim. Sonra yazmakla ilgili bir kitap aldım elime. Elbette bol bol çay/kahve içerek. (Sonra neden geceleri uyuyamıyorum diye sorup duruyorum kendime) Altın Kitaplardan çıkma incecik ama çok beğendiğim bir kitap: Genç Yazarlar için Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu.Celil Oker yazmış. Yazmaya gönül vermiş insanlarla tavsiye ederim. İçinde yazan her bir kelam çok iyi geldi bana. Yüreklendirdi. Hafta sonu moral motivasyonu gibiydi bu kitap. İçinde birçok cümlenin altını çizdim. Simli, renkli kalemlerle işaretler koydum. Işıl ışıl oldu kitap. Sonra belki çok yüreklendiğimden olsa gerek, Paul Auster'ın okunmayı bekleyen kitabına gitti elim. Okurum, okuyamam gidiş gelişlerimin arasında, "Yaparsın yahu!" dedim kendime ve kitabı okumaya başladım. Hani hâlâ gözüm korkmuyor dersem yalan söylemiş olurum ama içimdeki telaşı sindirmeye ve her şeyden geri kalıyorum duygusunu yenmeye iyi gelebilir bu kalınlıkta bir kitap. Telaşa gerek yok, saatler ben ne yaparsam yapayım yollarına devam ediyorlar. İyisi mi kelimelerine güvendiğim birine emanet etmem kendimi. Bir de söylemeden geçemeyeceğim, geçen haftaki Paris seyahatimizde şehrin dört bir yanını süsleyen bilboardların hemen hepsinde Paul Auster'ın bu kitabı vardı. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Paul ve ben aynı zamanda aynı şehirdeymişiz gibi hissettim. 😍