Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzak ülkelerden birinde bir prens yaşarmış. Bu prensin ismi Hürrem'miş. İleride Babür İmparatoru olacak ve ''Dünyanın Şahı'' anlamına gelen ''Şah Cihan'' adıyla anılacakmış.
Bu şah, kaynağının cennetten doğduğuna inanılan geniş mi geniş bir nehrin aktığı bir ülkeyi yönetirmiş. Güçlü bir ordusu, kendisini çok seven bir halkı varmış.
Bu şahın Agra kentinde Red Fort (Kızıl Saray) adında bir sarayı varmış. Saratın orta yerinde kocaman bir avlu varmış. Burada varlıklı kadınların yaptıklarını sergiledikleri ve sattıkları bir pazar kurulurmuş: Mina Pazar. Ayda bir yapılan bu pazara erkeklerin girmesi yasakmış. Erkeklere yasak dediysek, şaha da yasak olacak hali yok ya!
İşte bizim Şah burada görmüş ilk kez Ercümend Banu Begüm'ü. Onca kalabalığın içinde Şah'la gözleri buluşmuş, bir daha da ayrılamamış.
Ercümend Banu o zamanlar On dört yaşındaymış? Şah mı?
Şah Cihan da Ercümend Banu ile hemen hemen aynı yaşlardaymış. Hemen nişanlanmışlar nişanlanmasına ama evlenmek için tam beş yıl beklemişler. Mutlu bir evlilikleri olsun diye astrolojistler en kutlu günü seçmişler.
Şah Cihan karısına ''Sarayın Süsü'' anlamına gelen ''Mümtaz Mahal'' adını vermiş. Mümtaz Mahal'den önce de Şah'ın bir evliliği varmış ama ikinci evliliğinden sonra Mümtaz Mahal'den başka kimseyi görmemiş gözleri. Mümtaz Mahal de Şah Cihan'ı çok sevmiş. Kocasının sırdaşı, hayat ve yol arkadaşı olmuş. Yol arkadaşı derken dinleyenler abarttığımı düşünmesinler. Her güzel hikayenin biraz abartıyı hak ettiğini Tolkien'den duymuştuk duymasına ama Mümtaz Mahal'in kocasıyla birlikte yollara düştüğünü söylerken abartmıyorum. On dokuz evlilikleri boyunca Şah Cihan nereye giderse Mümtaz Mahal de onunla birlikte gitmiş. Kocasını savaş alanlarında bile yalnız bırakmamış. Şah, karısına öyle çok güveniyormuş ki imparatorluk mührünü bile ona teslim etmiş.
Evlilikleri boyunca tam on dört tane çocukları olmuş. Bunların yedi tanesi ya doğumdan hemen sonra ya da küçük yaşlarda ölmüş. On dördüncü çocuğunu doğururken Mümtaz Mahal hayata gözlerini kapamış.
Mümtaz Mahal'in ölmesi Şah Cihan'ın derin bir yasa gömülmesine sebep olmuş. Göz bebeği karısının bedenini Tapti Nehri kıyısındaki Zainabad Bahçeleri'ne gömmüş. Emanetini geri almak için karısına yakışır bir anıt mezar yaptırmaya karar vermiş.
Tac Mahal'in yapılması on dokuz yıl süren evliliklerinden bile uzun sürmüş. Dile kolay tam yirmi iki yıl.
Yamuna Nehri kıyısına dikilecek anıt mezar için Racastan'dan beyaz mermerler getirilmiş, 20.000 kişinin üstünde işçi hiç durmadan çalışmış. Beyaz mermerlerin arasına yakut, pırlanta, safir gibi değerli taşlar yerleştirilmiş. Anıt, incilerle süslenmiş. Öyle ki Tac Mahal bittiğinde Yamuna Nehri'nin kıyısında sabahları ayrı renklere, akşamları ayrı renklere bürünerek parlıyormuş.
Sonunda Şah Cihan, Zainabad Bahçeleri'ne yıllar önce bıraktığı emanetini almış, karısını ebedi dinlenme yerine, Tac Mahal'e yerleştirmiş.
Tac Mahal'in yapımıyla süren yıllar boyunca Şah Cihan başka hiçbir şey düşünemez olmuş. İmparatorluğun tüm parasını bu yapının yapılması için harcamış, hazineyi boşaltmış. Yapmak istediği bir şey daha varmış. Yamuna Nehri'nin diğer kıyısına Tac Mahal'in hemen karşısına bu sefer siyah mermerden kendi için bir anır mezar yapacak ve öldükten sonra da karısıyla göz göze olmaya devam edecekmiş.
Ne var ki oğlu babasının karşısına dikilmiş ve ülkenin yönetimini ele geçirmiş. Şah Cihan, bu tarihten itibaren ölene kadar geçen sürenin hepsinin Red Fort'ta hapsedildiği odadan karısının yattığı Tac Mahal'i seyrederek geçirmiş.
Öldüğü gün de sade bir törenle karısının yanı başına defnedilmiş.
Günümüzde simetri harikası olarak tanımlanan Tac Mahal'in simetrisini bozan tek şey karısının yanına defnedilen Şah Cihan'ın mezarı.
Güneşin ışıl ışıl parlayıp Tac Mahal'i gökkuşağının tüm güzel renklerine bürüdüğü bir gün gökten üç elma düşmüş.
Biri bu masalı dinleyenlerin, biri her ne olursa olsun aşkı anlayanların, biri de romantiklerle birlikte yaşayan aklı selimlerin başına...