Evet! Bu sene de bitiyor haklısınız. Her sene aynı geyiği yapmaktan bıkmış olsam da senelerin böyle geçiyor olması cidden canımı sıkıyor. Belki hiç blog yazmamak daha iyidir. Böylece oturup her senenin sonunda, ''Ben bu sene ne yaptım?'' diye düşünüp durmaz insan. İlla ki verilecek bir hesap var değil mi?
Ocak
Vallahi de billahi de Aralık nasıl geçtiyse öyle geçti. Çok hızlı yani. Sanırım aralık hızını alamadı ve o hızla önüne ne geldiyse sildi süpürdü. Demek o ki önünde mart ayı duruyor olsaydı muhtemelen onu da fark edemeden kaçıracaktık.😀 Sene başı itibariyle yine karakterimden ödün vermedim ve çoğunu uygulayamayacak olduğumu bilsem de yeni yıl kararlarımı aldım. Geriye dönüp baktığımda ocak ayı itibariyle blog yazılarımda müthiş bir artış var mesela. Yani o ay aldığım kararlardan bir tanesini uygulamışım. Güzel kitaplar okumuşum. Uzun okuma listeleri yapmışım. Üstelik yazdıklarımı okuyunca müthiş bir heyecan varmış o günlerde diye düşünüyorum. Ben o yaşam enerjisini seviyorum işte. Ocak ayında hep İstanbul civarında olup hiç seyahat etmeden mutluluğu yakalamışım yahu. Daha ne olsun?
ŞubatYürümüşüm ve yürürken hep düşünmüşüm. Adımlarıma düşüncelerim eşlik etmiş. Yalnız değilmişim yani. Kulağımdaki kulaklıktan hep sevdiğim birileri fısıldamış yüreğime. Bir gün biriyle sohbet etmişim, başka bir gün diğeriyle. Şubat ayı hayal ayı olmuş bana. Sonra ansızın bir yol açılmış, ''İşimiz de var aslında, ay ne yapsak ki acaba?'' diye Laponya'ya gidelim diyen arkadaşlarımıza önce yan çizerken, söylediklerimizi unutup Finlandiya'ya gitmişiz. Kalın kalın giyinmişiz, ağzımızı burnumuzu yünden atkılarla sarmışız, ellerimizi soğuktan korumak için eldivenler giymişiz. 2016 yılının şubat ayında hayatımda ilk defa donmuş bir deniz görmüş ve ağzımı hayretle açmışım. Yanımda Selçuk'la Kuzey varmış. Bu güzel diyara hayran olmuşuz hep birlikte. Kar kıyafetlerine müthiş bir yatırım yaptığımızdan bütçemizde kocaman bir delik açılmış.😀
Noel Baba'ya inanmamama rağmen Laponya'ya onun diyarına gitmişiz. Gülmüşüz, yemişiz, içmişiz. Karla kaplı bir coğrafyanın içinde şaşırıp kalmışız.
Üşümüşüz ama nefis bir şubat olmuş nihayetinde şubat!
MartMart ayını nasıl geçirdiğimi hatırlamıyorum. Laponya'da açılan deliği kapatmak için bolca çalışmış olmalıyız. Bu senenin en güzel yanlarından biri Yazı Evi ve beni çok mutlu eden derslerdi. En güzel ilk hikâyemi bu ay yazdığımı hatırlıyorum. O yüzden mart ayını da seviyorum. Tüm sene boyunca karaladığım defterlerimi karıştırdığımda tüm senenin bendeki izleğinin çok karışık olduğunu itiraf etmeliyim. Normalde okuduğum kitaplarla ilgili notlar düşerim. Bu sene yapmamışım. Hayat nasıl geldiyse öyle takılmışım. Biraz tökezlemişim. Sonra tekrar ayağa kalkmışım.
Nisan
Mart ayında kös kös oturmamın sebeplerinden biri Nisan ayının 2. gününde Paris'e doğru yola çıkmamız olabilir. Bir haftalık ara tatilinin her bir gününü Paris'a ayırdık. Gitmeden önce gitmek için gün saydım. Oraya vardığımızda geriye kaç günüm kaldı diye. Öyle seviyorum Paris'i💖 Hepiniz biliyorsunuz zaten bunu.
Montmartre'ın sırtlarında bir ev kiraladık. Pencereden baktığımda gri Paris çatıları gözümün önünde uzanıyordu. Sabahları kahvaltımızı yapıp kendimizi şehrin sokaklarına atıyorduk. Tatilimizin birkaç gününe Dubai'den arkadaşlarımız da ekleninde daha da şenlendik. Özellikle de çocuklar. Bir gece bir bistroda yemeğimizi yiyip maç seyrettik, başka bir gün
Pere Lachaise Mezarlığı'nda saklı mezarların peşine düştük, soğuğun yorduğu her yerde sıcak çikolata içtik. Nisan ayında İg'den açıldığını takip ettiğim
Shakespeare and Co'nun kafesine ilk defa gittim.
Proust anketi hâlâ evin bir köşesinde duruyor. Artık bir yapsam diyorum. Ah Nisan! Ne güzel aymışsın sen 💖
Hani nisan ayına bizimkilerle birlikte Paris'te girmiştim ya, uğurlamak için de kız arkadaşlarımla birlikte
Bologna'ya gittim. Hafta sonu için. Bol bol yürüdük, nedense yemek yemeyi unutup sadece akşamları yedik, nefis içkiler içtik ve evimize döndük. Bologna seyahati fotoğraflarını yanlışlıkla silmiştik, biliyorsunuz. Yeniden çekmem için bir fırsat oldu bu seyahat.
Yazılı tarihimize bir de not düşeyim o vakit: Kuzey de okulla birlikte bizsiz ilk seyahatini bu sene yaptık. Efes'e gitti. Seyahatten de çok eğlenmiş olarak geri döndü. Bizi aramak mı? Nerede? Söylediğine göre hiç vakti olmamış. Bir de otel çok güzelmiş.
Mayıs
Bir kere mayıs ayı benim doğum günümün olduğu ay. Bu sene hediyemi alenen istedim. Bir koşucu saati. Hani şu kalorinizi, ne kadar koştuğunuzu falan hesaplayan saatler var ya onlardan. Yakını görmekte azıcık zorlanmaya başlayan bu karakter için de ayrıca kocaman bir ekranı olması nefis oldu. Sene içinde bir şekilde hayatımıza giren "ekmek pişirme" olayında da iyiden iyiye yol kat ettik. Kesinlikle daha güzel ekmekler yapıyoruz. Evet, ekmeği ailece yapıyoruz.😀 Baharı evimizde karşıladık. Bahçede ilk tomurcuklanan çiçek manolya oldu. Sonra bitkiler yeşillendi yavaş yavaş. Bir sene çok seviyorum diye bir zeytin alınmıştı bahçenin en güzel yerine, bu sene de mutlu olayım ve her gün gözünün içine bakayım diye keyifli mi keyifli bir
limon ağacı. Bu mayıs ayında bir yaş daha büyüdüm elbet. Hayatta daha küçük şeylerle mutlu olmak için söz verdim kendime.
Ayın sonunda iş için karı-koca Çin'e gittik. Selçuk'un senede 2-3 kez yaptığı bu yoldan her seferinde kaçıyorum; lakin bu gidiş benim işimle ilgiliydi. Hâl böyle olunca mecburen düştüm yola. Uçak yolculuğumuz da, otelimiz de Selçuk tarafından organize edilmişti. Nefisti. (Şuraya bir-iki güzel şey yazayım ama değil mi? Hevesini ve yaptığı işleri takdir edeyim ki yollarım hep açık olsun.)
Senenin ilk okyanus ötesi yolculuğuydu. Bol bol çin yemeği yiyerek hem gözümü hem de midemi doyurdum. Yaşasın Çin'de yapılan gerçek çin yemekleri!
Haziran
Okullar bitsin de artık sabahın köründe kalkmaktan kurtulalım diye gözünün içine baktığımız ay haziran ayı bizim evde. Yazın sonunda, "Biraz düzene girelim!" diye okulların açılmasını istediğimi biliyorum ama sabah bu kadar erken kalkmak da yoruyor insanı. Bir de tüm sene boyunca hayalini kurduğumuz bir şeyin vakti geliyor: Haziran ayı sonunda 15 günlüğüne New York'a gidilecek.
Evet, Haziran'da New York'a uçtuk. Hayatımın en güzel tatillerinden biri olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim. Manhattan'da minik bir dairede kaldık. Central Park'ta sabah koşularına çıktık, gidebildiğimiz tüm müzelere gittik. İstanbul, yaşamın bildik sıkıntıları, dertler hepsi on beş gün geride kaldı. Senenin en keyifli ayı ilan ediyorum haziranı.
Temmuz
İlk birkaç gününde hâlâ New York'taydık. Ayın 4'ünde Ulusal Bayramları olduğu için nefis indirimler vardı ve bizim dönüş günümüz tam da bu gündü. Birkaç gün öncesinde başlayan indirimlerden kısmen faydalansak da, "Ah ah, biz neden bir gün sonra dönmeyi akıl edemedik?" diye hayıflanıp durduk. Bu ne demek? Bir gün Amerika'da olursanız 4 Temmuz indirimlerini göz ardı etmeyin demek. Dönüşte birkaç gün daha tatilim vardı. O süreyi de evimde geçirdim. Evde olmayı da seviyorum aslında 😀
Sonraki günleri de hepimiz biliyoruz. Ayın 15'inden sonrası tam bir karanlık benim için.
Ağustos
Babam öldüğünde içinden çıkamam zannettiğim bir depresyona girmiştim. Mutsuzluğumun adını koyamadan ve bir çare aramadan birkaç yılımı öyle geçirdim. Şimdiki aklım olsaydı hemen bir psikoloğun yolunu tutardım. 2016 yılının Ağustos ayı da böyle bir aydı işte. Derinlerde bir yerlere sürüklendim. Yarınımızın ne olacağını sorguladım ve çok korktum. Hayatımda ilk defa korku tüm benliğimi ele geçirdi. Evden işe, işten eve gittiğim ve sanırım hayat enerjimi dondurduğum bir aydı. Bu senenin ağustos ayı benim için hiç ışıldamadı. Ayın sonunda belki bir nefes alırım diye can arkadaşıma doğru arabayla uzun bir yolculuk yaptık. Yol halini, durduğumuz yerlerde soluklanmayı, dinlenme tesislerinde tost yiyip çay içmeyi ne çok severmişim meğer bunu fark ettim.
Eylül
Çok önceden planlanmış bir seyahat için yola çıkma zamanı geldi. Yakınlarda notlarını yazdığım için hemen herkes biliyor Küba seyahatini. Bu senenin okyanus ötesi 3. seyahati oluyor bu. Air France ile de ilk yolculuğum. Benim için bu havayolu şirketi sınıfta kalıyor. Söylenip dursam da hiçbir havayolu şirketinde THY'nin konforunu bulamıyorum.
Fidel Castro'nun birkaç ay sonra aramızdan ayrılacağını bilmeden Küba sokaklarını adımlıyor, bol bol Mojito içiyor ve Hemingway'in peşinden gidiyoruz yine.
Hemingway'i tüm o maçoluğuna rağmen neden seviyorum ben arkadaş?
Bu arada 2017'nin şubat ayına planlanmış bir Paris seyahatimiz var ve 2016 yılında Paris'te bulunabileceğimi düşünmüyorum. Peki ne oluyor? Bir sürpriz. Air France'ın Küba yolu üzerinde Paris'te öyle uzun bir beklemesi var ki, "Hadi!" diyoruz. "Kahvelerimizi St.Germain'de içelim."Şehirde geçirdiğimiz üç saat rüya gibi geliyor bana. Havayı soluyorum derin derin. 💖
Ekim
Selçuk'u çok seviyorum. Seviyorum vallahi💖
Paris'e gelemem diye düşünürken, Küba yolunda üç saatlik Paris seyri için şükrederken elbette bana böyle bir sürpriz hazırladığından haberim yok. "Bavulunu hazırla!" diyor. "Birkaç günlüğüne kaçalım, Paris'i çok özledim." O da benim kadar seviyor bu şehri. Benim gibi zırt pırt dile getirmiyor ama öyle. Beni seviyorsa, Paris'i de sevmeli lazım zaten. Yoksa çekilmem ben. Kuzey vızıldayıp duruyor. Kendi başınıza geziyorsunuz, beni götürmüyorsunuz diye söyleniyor. İçim azıcık bu söylemlerle ezilse de hemen pembe bavulumu hazırlıyorum.
Paris'i, oğlumu, bana devamlı Paris sürprizleri yapan kocamı çok seviyorum.
KasımBu yazıyı yazmak için masanın başına oturana kadar, "Ben bu sene hiç gezmedim yahu!" diyordum. Şimdi gerçekleri ortaya dökünce azıcık utandım. Şu kızlar yok mu şu kızlar. Aynı masaya oturduğumuz her seferinde bir seyahat planı atıyorlar ortaya. Nereye gidelim diye düşünüp bir yandan da biramızı, şarabımızı içerken
Barselona fikri doğuyor, şekilleniyor ve biletler alınıyor. Ben de çok sevdiğim bir başka arkadaşımı örgütlüyor ve onu da yol hikâyemize dahil ediyorum. Kızlarla keyifli keyifli dolaşıp, tapasları götürüyoruz. Bu sene ne çok yemek yiyip, ne az spor yaptım ben. Ciddiyim bu konuda. Hareket kabiliyetimi yitirdim yahu. Hep şu hiç aydınlanmayan sabahlar yüzünden.
AralıkBu senenin son ayında içimde şöyle bir duygu var: Bu sene sona ersin artık ve daha aydınlık bir seneye uyanalım. Aile içinde şükür ki hiç kayıp vermediğimiz bir yıl oldu. Yine de ülkede yitip giden canlar ortada. Yeni yılın bu seneden daha iyi olacağını düşünecek kadar saf olabilirim. Bilmiyorum ama yeni yılın umutla, barışla, huzurla dolu olmasını yürekten istiyorum. Herkes gibi. Her sene olduğu gibi bu sene de bizim evde mi toplanacağız daha netleşmedi. Amma ve lakin benim gibi bir gezginin arkadaşlarının Berlin'de yeni yıla girme teklifini üzülerek geri çevirdiği de şurada kayıtlara geçsin ki denk geldiğimde bunu nasıl yaptım ben diye kara kara düşüneyim. Oluyor demek ki böyle şeyler!
Pek sevgili arkadaşlarım...
2016 bitiyor. Neticede az spor yaptığım, ciddi okuma kısırlığı yaşadığım, Kuzey'in dolu dolu 12 yaşını bitirmeye hazırlanıp 13'e doğru yavaş yavaş yürüdüğü, boyunun boyumu geçtiği, ayak numarasının şimdiden 42'yi bulduğu bir sene oldu bu. Ara ara çocuğuma bakıp, "Bu benim doğurduğum çocuk mu?" diye soruyorum. Çoğu zaman içime sokasım geliyor bu oğlanı, kimi zaman da camdan fırlatasım. Elbette çok seviyorum ama öyle. Selçuk'la ben de yavaş yavaş yaşlanıyoruz tabii. Arada birbirimize girip sonra tekrar barışıyoruz. Dostlarımızla keyifli sofralara oturuyor, böyle arkadaşlara sahip olduğumuz için şükrediyoruz.
Hayat akarken bazen eziliyoruz, bazen seviniyoruz. Değiştirmek istediğimiz şeylere gücümüz yetmiyor, birbirimize sarılıyoruz.
....ve ben burada olmaktan, bloga yazmaktan çok keyif alıyorum.
İyi ki sizler de varsınız çünkü tanımadan sevdiğim ailem gibisiniz.
Herkese mutlu bir yıl dileklerimle.